Öğrencime Dokunma !


18 Mart 2013 günü Hacettepe Üniversitesi Beytepe ve Sıhhiye Kampüslerinde polis saldırısı ve gözaltılar yaşanmıştır. Sıhhiye’de YÖK Genel Başkanı ve rektörlerin katılımıyla gerçekleşecek Üniversitelerarası Kurul öncesinde, Beytepe’de ise Türk Dünyası ve Araştırma Topluluğu’nun 18 Mart etkinliği ile ilgili olarak, öğrencilerin demokratik protesto hakları polis şiddeti ve gözaltılar yoluyla saldırıya uğramış, engellenmiştir.
Beytepe Kampüsü tarihinin en ağır polis saldırısını yaşamış, kampüsteki tüm öğrenci ve personel ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalmış ve yaralanmıştır. Bunun yanında, pek çok bölümde, gerek doğrudan atılan gerekse de sızan gaz nedeniyle pek çok ders iptal edilmiştir. Bu müdahalenin, her ne kadar güvenlik gerekçesiyle yapıldığı iddia edilmiş olsa da, esas amacın muhalif sesleri kısmak, protesto hakkını engellemek olduğu -yakın zamanda başka üniversitelerde de görüldüğü gibi- ortadadır. Nitekim, son dönemlerde örneklerini pek çok farklı üniversitede de gördüğümüz gibi polis burada da, olay çıkmasını engellemeyi amaçlamamış, aksine yoğun şekilde gaz kullanarak, tüm öğrencilerin can güvenliğini tehdit etmiş, hatta amfi, derslik, kütüphane gibi yerlere dahi gaz bombası atmakta sakınca görmemiştir. Polis, şiddetin bizzat kaynağı olmuş, kampüsteki bütün öğrenci ve personeli cezalandırma amacıyla hareket etmiştir.
Rektör Murat Tuncer’in, seçilmesinin ardından gerçekleştirdiği ilk eylemlerinden bir tanesi daha önceki yönetim tarafından yapılan biber gazı ihalesini iptal etmek olmuştur. Rektörün gerek bu tutumu, gerek ODTÜ olaylarında polisin kampüse sokulmasını eleştiren konuşmaları, üniversite camiasında memnuniyetle karşılanmıştır. Ancak 18 Mart günü yaşanan olaylarda polisin kampüse sokulmasında hiç tereddüt gösterilmemesi, dahası polisin saldırgan tavrına sessiz kalınışı, rektörün daha önceki söylem ve tutumuyla çelişkilidir.
Henüz konu ile ilgili soru işaretleri dahi giderilmemişken, 20 Mart 2013 günü web sayfasına eklenen duyuru yeni kaygılar yaratmaktadır. Hacettepe yönetiminin, 21 Mart günü düzenlenecek bir yürüyüş için, 5 Eylül 2012 tarihli “etkinlikler için 48 saat önceden izin alınmasını” öngören senato kararını hatırlatması ve bu eyleme katılınmaması yolundaki uyarısı, hem “izin yerine” “bildirme” sözcüğünün kullanıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunuyla hem de daha önce yine yönetim tarafından ifade edilen “barışçıl olmak kaydıyla her türlü toplantının serbest olduğu” fikriyle çelişmektedir.
Tüm bunların yanında, üniversitemizde çıkan olayların ardından üniversitenin web sayfasından yayınlanan mesajın ve görüntülerin tarafsızlığı iddiası da gerçeği yansıtmamaktadır. Bu görüntülerde, polis şiddetinin ve gaz bombaları nedeniyle ciddi sağlık sorunları yaşayan, bedenleri hedef alınarak atılan bombalardan yaralanan öğrencilerin fotoğraflarının bulunmayışı, tarafsızlık iddiasını açıkça geçersiz kılmaktadır. Buna ek olarak, rektör Murat Tuncer’in Facebook sayfasından yayınlanan açık mektup, ÖTK’nın ve çeşitli öğrenci topluluklarının kaleme aldıkları bildiriler de tedirginlik vericidir. Bir olaya tepki vermenin ötesinde tehdit unsurları taşıyan bu metinler, itidale çağırmak bir yana, üniversite içindeki farklı düşünen öğrenci gruplarını hedef haline getirmektedir. Bu bağlamda üniversite yönetiminin konu ile ilgili tarafgir dili kaygı vericidir. Bir hukuk devletinde ne üniversite yönetimlerinin ne de üniversite öğrencilerinin başka bir öğrenci grubuna yönelik bir biçimde polis, savcı, hâkim rollerine soyunması kabul edilemez.
Nefret söylemi içermeyen, ayrımcılığı, ırkçı ve cinsiyetçi fikirleri desteklemeyen, toplumu ve toplumsal kazanımları geriye götürecek özgürlük düşmanı tutumlara işaret etmeyen fikirlerin seslendirildiği etkinliklerin üniversite kampüslerinde tertiplenmesini desteklemek kadar tüm bu sayılan niteliklerin aksi yöndeki fikirleri dillendiren etkinlikleri protesto etme hakkını savunmak da demokrasinin gereğidir. Yineliyoruz: demokrat tavır, ifade özgürlüğünün yanı sıra protesto hakkını da savunmayı gerektirir.
Bizler şiddetin değil barışın dilini savunan Hacettepe Üniversitesi Eğitim-Sen İşyeri Temsilciliği olarak, bu olaydaki polis şiddetini kınıyoruz. Bir kez daha aynı olayların yaşanmaması için, polisin kampüse davet edilmesini reddediyor, Hacettepe Üniversitesi yönetimini bu kararını sorgulamaya davet ediyoruz. Gerek diğer üniversitelerdeki gerekse de Hacettepe Üniversitesi’ndeki polis şiddetini bir kez daha kamuoyunun dikkatine sunuyor ve üniversitemiz emekçileri olarak bir kez daha haykırıyoruz:
Üniversitede Polis İstemiyoruz! Öğrencime Dokunma!

Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne Açık Çağrı: O metinden İmzanızı Çekin!


18 Aralık 2012 tarihinde ODTÜ yerleşkesinde hükümete yönelik barışçıl protestonun akıl almaz bir polis şiddetiyle karşılanmasının ardından öğrencilerinin protesto hakkına sahip çıkan ve çığrından çıkmış polis şiddetine eleştiri getiren ODTÜ rektörlüğü ve üniversite öğretim elemanları Başbakan eliyle hedef tahtasına oturtuldu.

Yaşanan olayların niteliği ayan beyan ortadayken, asgari bilimsel özgürlük fikrinin ve demokrasi kültürünün olduğu herhangi bir ülkede üniversite kamuoyunun bu saldırgan üsluba karşı çıkması ve Başbakana evrensel hak ve özgürlükleri hatırlatması beklenirdi.

Ne yazık ki üniversitelerimiz gelecek kuşakların okuduklarında gurur duyacakları bir tutum almak yerine gücün karşısında eğilmeyi tercih ettiler ve gerçeğin karşısında yalanın, demokrasi karşısında totalitarizmin tarafında yer aldılar. Hacettepe Üniversitesinin de aralarında olduğu 12 üniversitenin imzaladığı bir bildiri ile yaşanan şiddetten öğrencileri sorumlu tuttular. Üniversite rektörleri sözkonusu açıklamada, her fırsatta temel hak ve özgürlükleri hedefe koyan hükümet yetkililerine teşekkür etmeyi de ihmal etmediler. Bu açıklamanın Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı ve AKP milletvekili Prof. Burhan Kuzu’nun 24 Aralık 2012 tarihli  Radikal gazetesine verdiği ibretlik mülakatta sarfettiği üniversitelere ve demokrasiye yönelik saldırgan sözleriyle aynı güne rastlaması tarihin ironilerinden birisi olarak anımsanacaktır.

Üniversite rektörleri bu açıklamayla  bir bilim insanının sahip çıkması gereken temel ilkeye yani gerçeğe sadakat ilkesine sırt çevirmiştir. Yaşananlar ayan beyan ortadadır. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün kamera kayıtları polisin hiçbir uyarıda bulunmadan barışçıl bir yürüyüşe gaz bombaları ile saldırdığını kanıtlamaktadır. Gözaltına alınan öğrencilerin sorgu tutanakları ve kamera kayıtları olaylarda iddia edildiğinin aksine molotof kokteyli atmak ve lastik yakmak gibi eylemler yapılmadığını açıkça göstermektedir. Burada bir bilim insanının sorgulaması gereken bir başbakanın neden bir törene 105 koruma aracı, 20 zırhlı araç, 8 TOMA ile 3600 polis ile gittiği olmalıdır. Bilim insanları kendilerine servis edilen psikolojik harekat bültenlerine itibar etmek yerine hiç değilse ODTÜ rektörlüğünün yaptığı açıklamaları anlamaya çalışmalıdır.

Hacettepe Üniversite Eğitim-Sen İşyeri Temsilciliği olarak, Üniversitemiz Rektörlüğünün bu ortak açıklamaya verdiği imzayı geri çekmesini talep ediyoruz. Kaldı ki Üniversite yönetiminin böyle bir metni üniversite bileşenleri ile tartışmaya açmadan imza atması bile en temel bir demokratik ilkenin ihlalidir. Ayrıca Başbakan’ın saldırgan üslubunda ifadesini bulan otoriter anlayışın yarın sizi de hedef almayacağını kimse garanti edemez. 

Tarih sizi eğer hatırlayacaksa verdiğiniz imza ile değil, çektiğiniz imza ile hatırlayacaktır. 

Eğitim-Sen Hacettepe Üniversitesi İşyeri Temsilciliği

Üzgünüz.. Kızgınız.. Öfkeliyiz.. Tepkiliyiz.. İsyan ediyoruz.

Gaziantep'de göğüs cerrahisi uzmanı olarak görev yapan Dr. Ersin Arslan'ın bir hasta yakını tarafından bıçaklanması sonucu yaşamını yitirmesi Türkiye sağlık camiasında infial yarattı. Bugün (18 Nisan 2012 Çarşamba) Türkiye'nin her yerinde hekimler ve sağlık çalışanları tarafından yürüyüşler, protesto eylemleri ve basın açıklamaları gerçekleştirildi.
devamını okumak için:
http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/uezguenuez-kzgnz-oefkeliyiz-tepkiliyiz-syan-ediyoruz-3146.html

Öğrencime Dokunma

Gözaltı ve tutukluluk uygulamaları ile öğrencilerimizin hedef haline getirilmesine, üniversitelerinden ve hayattan koparılmalarına karşı sessiz kalmayacağız.
RADİKAL / 05/04/2012

Belki günlük hayatın hayhuyu içinde fark etmemişsinizdir. Bu ülkenin çok mühim bir uzun tutukluluk sorunu var. Tutukluluk sebepleri açıkça belirtilmeden, iddianamelerde ciddiyeti tartışılır delil ve iddialarla yıllardır tutuklu yargılanan birçok insan var. 
Bunlar arasında öğrenciler önemli bir yer tutuyor. Öğrenim hayatlarının başında üniversiteyle ilişikleri kesilen ve toplumun dışına atılan bu öğrencilerin tutukluluk halleri ancak öne çıkabilen bazı davalar vesilesiyle gündeme gelebiliyor. Oysa yüzlerce öğrenci tutuklu.

Tutuklu öğrencilere akademik destek

ELİF İNCE
Radikal / 06/04/2012
'Öğrencime dokunma' kampanyası, 100'ün üzerinde akademisyeni İstanbul'da biraraya getirdi. Bilim insanları, tutuklu öğrencilerin bırakılmasını istedi.
Türkiye’nin dört bir yanından 100’ün üzerinde akademisyen, ‘Öğrencime Dokunma’ kampanyasıyla, meslektaşlarını ve okul yönetimlerini öğrencilerine sahip çıkmaya çağırdı.
Radikal yazarları Özgür Mumcu ve Koray Çalışkan’ın da aralarında bulunduğu akademisyenler, tutuklu öğrencilerin durumuna dikkat çekmek amacıyla dün Galatasaray Lisesi önünde biraraya geldi. Grup adına çağrı metnini okuyan İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Zeynep Kıvılcım, tutuklu öğrenci sayısının her gün arttığını belirterek, “Suç delili olarak gösterilenler arasında; evde bulunan ders notları, kitaplar ve su faturaları gibi belgelerin yanısıra, ifade ve örgütlenme özgürlüğü kapsamına giren basın açıklaması yapmak, YÖK’ü protesto etmek, saç kestirmek, şemsiye taşımak, puşi takmak, halay çekmek, konser bileti satmak gibi nedenler de var” dedi.
İstanbul Üniversitesi’nden 50’ye yakın öğrencinin tutuklu olduğunu ama tam rakamı bilmediklerini vurgulayan Kıvılcım “Geçen hafta bir iktisat öğrencisi tahliye olunca varlığından haberdar olduk, meğer beş yıldır tutukluymuş. Bu korkunç bir durum” diye konuştu. İ.Ü.’de 2001’de çıkan bir kararla cezaevindeki öğrencilerin sınavlara girmesinin yasaklandığına da dikkat çeken Kıvılcım, eğitim hakkının önüne geçilmemesi gerektiğini söyledi.
Uludere için 3 ay
Dicle Üniversitesi’nden Doç. Dr. Vahap Coşkun ise 11 öğrencisinin Uludere’yi protesto etmekten tutuklandığını anlattı. “Protestoda ne bir cam kırıldı, ne de bir duvara yazı yazıldı” diyen Coşkun, öğrencilerin yaklaşık 3 ay cezaevinde kaldığını ifade etti. Kampanyayı başlatan akademisyenler, Yüksek Öğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliğini de eleştirdi. Her yıl 3 binin üzerinde öğrenciye soruşturma açıldığını kaydeden Doç. Kıvılcım, “Kapıda aranmayı reddetmek veya izinsiz afiş asmak bile soruşturma sebebi olabiliyor” dedi. İstanbul Üniversitesi öğrencisiyken tutuklanan Deniz Küçükbumin’in annesi Emine Küçükbumin de, çocuğunun sınavlara giremediğini vurgulayarak, “Şeyma’ya Boğaziçi’nde, Cihan’a Galatarasaray Üniversitesi’nde sahip çıkıldı. İ.Ü’den bütün hocaları burada görmek isterdim” diye konuştu.